Dear Comrades: Saklananlar, Sığınanlar ve Yığılanlar

“Bunu nasıl yapabildiler?”

Andrei Konchalosvky’nin Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü kazanan filmi Dorogie Tovarischi!’de (Dear Comrades) sıklıkla duyduğumuz bir cümle bu. Tarihe “Novocherkassk Katliamı” olarak geçen ve 1962 yılında yetkililerin kanlı bir şekilde bastırdığı bir fabrika grevini merkezine alan film, tarihsel drama türünün aşina olduğumuz prensiplerini meydan okuyan tempolu bir anlatıdan, insanlığın özünü sorgulamaya davet eden çarpıcı ve bir o kadar da kişisel bir hikayeye ustalıklı geçişiyle dikkat çekiyor. Filmin odağında ise üyesi olduğu Komünist Parti’nin ve özellikle de Stalin’iin değerlerine sıkı sıkıya bağlı Lyudmila (Lyuda) var. Konchalovsky, yabancısı olduğumuz bu Rus şehrini Lyuda karakteri ve yaşamını çevreleyen olaylar aracılığıyla tarihsel bir detay statüsünden çıkarıp üç boyutlu, somut bir mekânsal inşaya dönüştürüyor.

Lyuda’nın Parti’nin üst kademelerinden olan sevgilisiyle, market görevlisiyle ve evde kızıyla olan konuşmalarını izlediğimiz başlangıç sekansları fiyat artışlarının şehirde yarattığı huzursuzluk halinin kısa bir tasvirini sunuyor ve böylelikle bizleri hızlı bir şekilde anlatının kilit noktasına doğru sürüklüyor. Giderek büyüyen grev karşısında Parti yetkililerinin bocalamalarına, yaşanacak olayların şiddetiyle zıtlık oluşturacak şekilde ironik bir ton katan Dear Comrades’in bu sekanslarda 2017 tarihli Death of Stalin filmini anımsattığını söylemek yanlış olmayacaktır. İncelikli mizahın politik eleştiriyle el ele verdiği filmde, büyük bir halk ayaklanmasına dönüşen grev, Sovyetlerde ordu, yerel yönetimler, KGB gibi farklı siyasi aktörlerin arasındaki iktidar mücadelesinin bir yansımasına dönüşüyor. Konchalovsky, 2016 yılındaki tarihsel draması Paradise’tan da aşina olduğumuz soğuk, yüksek kontrastlı siyah beyaz görüntülerle bu mesafeli mizahını görsel düzleme taşıyor. En nihayetinde, tarihsel kayıtlardan (!) da bildiğimiz üzere KGB’nin tren fabrikası işçilerine ve halka müdahale ettiğini ve grevin birçok insanın ölümüne sebep olacak ölçüde kanlı bir şekilde bastırıldığını görüyoruz. Parti merkezinde hükümetten gelen görevlilerle grevi kontrol altına almaya uğraşan Lyuda ise, bir yandan da fabrikada çalışan ve -elbette ki- eyleme katılan kızı Svetka’nın kaybolduğunu fark edince ülkesine ve rejime bağlılığının gözünün önünde yitip giden insanı değerler tarafından sınandığı bir gerçeklikte buluyor kendisini.

Dear Comrades’in tarihsel gerçeklere sadık kalmayı amaç edinen bir doküdramadan farklı kılan en önemli yönü, toplumsal ve bireysel travmaları aynı düzlemde ele alan bir işleyişe sahip olması belki de. Lyuda’nın katliamda KGB tarafından öldürülmesinden şüphelendiği kızını arayışı ise bu toplumsal / bireysel düzlemlerin kesişim noktasını oluşturuyor. Toplumsal ve bireysel düzlem arasındaki çatışmalar ise kameranın adeta köşe kapmaca oynadığı ve mekanın geometrik bir şekilde çerçevelere ayrıldığı mizansenler ve tempolu akışta somutlaşıyor. Katliamı sanki hiç gerçekleşmemiş gibi saklamaya çalışan, ölülerin kamyon arkalarına yüklenerek isimsiz ve gizli bir şekilde gömülmesini sağlayan, şehrin her sakininin olaylara dair tek bir söz dahi etmeyeceğine dair tutanak imzalatan yetkililerin yanında olması gerekirken kızı için inandığı değerlere meydan okumak zorunda kalan Lyuda ise bu “ahlaki köşe kapmaca”nın tam ortasında yer alıyor. Film, Lyuda’nın yaşadığı bu ikilem aracılığıyla, devlet mekanizması karşısında demokrasi ve özgürlük idealleri sarsılan Sovyet toplumunun çarpıcı bir tasvirini de sunmayı başarıyor.

Filmde, iktidar yapılanması karşısında toplumun yaşadığı hayal kırıklığının sebep olduğu tepkileri benzer bir biçimde Lyuda ve ailesinin yaşamında gözlemlemek mümkün. Örneğin sıkı bir Stalin fanatiği olan Lyuda’nın filmde belki de tekrarlanması yüzünden yapmacık durduğunu bile söyleyebileceğimiz “Stalin olsaydı bunlar yaşanmazdı” şeklindeki serzenişleri, toplumsal travmalar sonrasında çareyi geçmişe sığınmakta bulan bir tavrı somutlaştırıyor. Lyuda’nın kızı Svetka’nın yanı sıra filmin belki de en çarpıcı karakterlerinden olan alkolik, etrafta 1. Dünya Savaşı’ndan kalma üniformasıyla dolaşan ve devrime dair tüm inancını yitirmiş babasıyla ilişkisi de bu yaşanan değerler krizinin yankılandığı bir düzlem olarak değerlendirilebilir. Lyuda ve babasının özellikle kapı eşikleri, pencereler gibi çerçevelerle birbirinden ayrı bir şekilde kadrajlanması ise filmde önemli bir tema teşkil eden nesiller arası çatışmayı yansıtmak açısından önemli bir işleve sahip. Nitekim bu mizansen tercihinin, karakterlerin kendi inanç sistemlerine sığınma eğiliminin yanında bu inançlara sıkışıp kalma çelişkisini yansıttığı da söylenebilir.

Sıkışıp kalma ve sığınma hâlleri, Dear Comrades’in görsel dilinde şüphesiz önemli bir konuma sahip. Yukarıda değindiğimiz metaforik düzlemdeki sıkışmışlığın yanı sıra devlet mekanizmalarından kaçmaya çalışan insanların evlerinde saklanması; kaçamayanların ise hastanelerde, kamyon arkalarında ve en nihayetinde mezarlıklarda yığınlar oluşturması filmde bu duruma gerek anlatı gerek görsellik düzleminde tekrar eden bir vurguyla yer verildiğini kanıtlar nitelikte. Bu bağlamda filmin, devlet şiddeti karşısında insanlığını korumak için saklanma eylemi ile insanlığından mahrum edilen ve anonim yığınlara indirgenen kurbanlar arasında bir tür zıtlıktan beslendiğini de belirtmekte fayda var.

Konchalovsky’nin bu filminde, sinemanın aşina olduğumuz kitlesel yıkım temsillerine epey yer verdiğini söylemek mümkün. Kimlikleri yok sayılarak “şeyleştirilmiş” beden yığınları, bu yığınlar içinde hangi bedene ait olduğu kestirilemeyen uzuvlar, geride kalan sahiosiz ayakkabılar yaşanan dehşetin sessiz, içimize işleyen ve geçmişteki seyirci deneyimlerimize yankı yapan imgeleri olarak çıkıyor karşımıza. Katliam sonrası bir türlü yerdeki kan lekeleri çıkmadığı için yeniden asfaltlanan Novocherkassk meydanı, sanki bugün dev ağaçlarla kaplanmış Auschwitz gibi vahşetin sessiz çığlıklarını barındırıyor bünyesinde. Ne de olsa mekanların hafızası iktidar mekanizmalarının, tutanakların, yeminlerin ve tehditlerinin erişemeyeceği kadar güçlü bir varoluşa sahip

Dear Comrades, baştan sona hesaplı bir titizlikle inşa ettiği çarpıcı kaos ortamına rağmen hikayesini, izleyicinin içine bir tutam da umut aşılayan bir sonla noktalıyor. Sadece kızını değil, şahit olduğu dehşetin ortasında insanlığı da arayan Lyuda’nın en azından bu arayışının sonuçsuz kalmadığını söylemek mümkün. Lyuda’nın hikayesi aracılığıyla deneyimlediğimiz bu umut ne yitip giden insanlığı kurtarmaya yetmeyecek denli cılız ne de bir daha insanlığın bu denli bir şiddetle sınanmayacağına inanmamızı sağlayacak kadar yanıltıcı. Sadece insanlık söz konusu olduğunda “Bunu nasıl yapabildiler?” sorusunu sormaktan vazgeçmeyecek kadar güçlü ve yerinde bir umut bu…

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s