Hepinizin de bildiği üzere IKSV, 39. İstanbul Film Festivali’nin Mayıs ayında çevrimiçi gösterimleri de programa dahil etmesinden bu yana düzenli olarak aylık film seçkileri sunuyor. IKSV, geçen aylara kıyasla beni daha çok heyecanlandıran ama buna karşılık sosyal medya kullanıcılarının karşısında aynı heyecanı paylaşmadığını hissettiğim bir seçki hazırlamış diyebilirim. Ufak bir kayıtsızlık hâli olarak nitelendireceğim bu tavır karşısında, filmlere dair ufak bir izlenim edinmeniz ve gösterimlere eşlik etmeniz umuduyla, 24 Aralık tarihine kadar devam edecek seçkinin öne çarpan filmlerine dair yorumlarımı paylaşmaya karar verdim.

Seçkinin açılış filmi olan ve büyük usta Pedro Costa’nın imzasını taşıyan Vitalina Varela, yönetmenin bir önceki filmi Cavalo Dinheiro (Horse Money) ile bir diptik oluşturuyor ve bizi aşina olduğumuz karakterleri Ventura ve Vitalina Varela ile yeniden buluşturuyor. Kapkaranlık bir gecede başlayan ve imgelerinin her bir köşesinde ışık ve gölgenin sinemanın bizzat özünü oluşturan dansının sindiği film ayrıca toplumsal ve bireysel hafızanın kesişim noktalarının izinden gidiyor. Costa, yıkılmaya, çürümeye yüz tutmuş derme çatma evlerle onları mesken tutmuş ancak yaşamları tıpkı evleri gibi çökmekte olan insan topluluğu arasında metaforik bir bağ kuruyor.
Kocasının yaşamını yitirdiğini öğrenmesiyle Cape Verde’den Portekiz’e geri dönen Vitalina Varela ile inanca, yaşamına dair sorgulamalarının pençesine düşen histerik bir rahip olarak karşımıza çıkan Ventura, Costa’nın inşa ettiği maddi ve manevi dünya arasındaki köprünün iki ayağını oluşturuyor. Kocasının ölümüyle onun izlerini taşıyan mekanlarla kurduğu bağı çarpıcı bir şekilde sarsılan Vitalina’nın dönüşünde yaşadığı deneyim sokakların, evlerin ve kocasının evindeki odaların aşina olmadığımız, dijital bir evrenden fırlamışa benzeyen görsel ve plastik niteliklerinde yankılanıyor. Costa’nın ışıkla ve gölgelerle kurduğu ilişki her bir mekana, nesneye ve çehreye memento mori ifadesini nakşediyor. Vitalina’nın zamanında onu terk etmiş kocasına yönelik çelişkili duygularla yüzleşme sürecinde, memento mori‘nin izini taşıyan ölü evi, kişisel alandan çıkıp mahallenin diğer sakinlerinin de dahil olduğu bir hafıza mekanına dönüşüyor.
Ventura’nın bu topluluk ve film akışı içindeki konumu ise çok daha karmaşık. Durmaksızın titreyen elleri, kambur sırtı ve inançla ilgili anlaması güç sorgulamalarıyla dar sokakları arşınlarken, Costa’nın kamerasını uzun sekanslar boyunca yöneltmekten çekinmediği, her an yıkılmaya hazır evleri hatırlatıyor. Vitalina’nın, Cape Verde’den tanıdığı rahiple kurduğu ilişki geçmişin karşısına şimdiki zamanın, ana dilinin karşısına Portekizce’nin dikildiği ve yoluna devam etmesi için gerekli olan bir yüzleşmeye dönüşüyor. Ventura ve Vitalina’nın terk edilmiş kilisede karşılıklı Portekizce dua okudukları kesit yine de Vitalina’nın film boyunca tanık olduğumuz yalnızlığına başka bir insanın dokunuşunu hissettiriyor ve film boyunca görmediğimiz bir parlaklığa sahip son sekansta merhum kocasının evinin tavanını tamir eden komşular bu dokunuşu daha somutlaştırıyor; çatının üzerini kapatmaya başlayan keresteler Vitalina’nın kalbine yapılan bir pansumana dönüşüyor.