Midsommar : Bir Yaz Gün Dönümü Travması

MV5BOWMwMDllMGItYjBlMS00ZjEwLWI5ZWUtODc2MjZiYThjYWY0XkEyXkFqcGdeQXVyODE2NzEwNzA@._V1_SX1777_CR0,0,1777,999_AL_

Sinema filmleri için ortaya konan kategoriler gaz lambaları gibidir. İmge bombardımanıyla karşı karşıya kalan seyirci için sinema salonunun karanlığında yol gösterirler, Bununla da kalmaz, gelecekteki seyir deneyimleri için de yönetmenleri, oyuncuları sınıflandırır; komedi, korku, arthouse, arthouse sosunda beklemiş ana akım gibi muhtelif kutulara yerleştirir, böylece filmi değerlendirirken takılıp düşmemizin de önüne geçer.

Geçtiğimiz yıl vizyona giren Hereditary ve yönetmeni Ari Aster’ın, işte tam da bu kategorilerden biriyle, yakın zamanda sanat sineması içerisinde adım adım yükselen bir türle “korku filmleriyle” anıldığını söylesek yanlış olmaz. Aile üzerinde kalıtımsal bir işleyişe sahip lanetler ve mistik olaylar etrafında şekillenen bir senaryoya sahip olan Hereditary, gerek sinematografik referansları gerek de tematik kaynakları sebebiyle, gerçekten de korku sineması olarak adlandırabileceğimiz bir geleneğe bağlı bir yapıya sahipti ve tam da bu yapıdan beslendiği ve onu yenilediği ölçüde benzerlerinden sıyrılarak 2018 yılına damgasını vurdu. Aster’ın karakterleri seyircileri korkutmak amacıyla yaratılmış, deus ex machina’nın merhametine kalmış kuklalar değildi kesinlikle. Filmi özellikle Toni Colette’in oyunculuğunun damgasını vurduğu sağlam bir aile draması üzerine kuruluydu; cadılar ve lanetler her ne kadar doğaüstü güçlere işaret etse de altta yatan asıl cevher insan doğasına ve aile kurumuna içkin gerilimlerden başkası değildi zira.

Eğer Hereditary korku denilen şu gaz lambasını biraz daha alevlendirip rengini değiştirdiyse, Aster’ın bir sonraki filminden de benzer bir sinematik sarsıntı beklememek olmazdı elbette. Geçtiğimiz günlerde IKSV galalarında gösterimi yapılan Midsommar, korku türünün ters yüz edilişine dair beklentileri de ters yüz ederek bambaşka bir seyir deneyimine imza attı. Yalnızca kategorik bir indirgemeye dönüşen bu “korku” kavramı yeniden ait olduğu yere, insan zihninde çok sayıda duygu durumunun iç içe geçmiş bir halde bulunduğu karmaşaya geri döndü böylece.

Midsommar seyircisine “ben bir korku filmi izledim” değil de “ben bir duygusal travmanın en karanlık noktalarını deneyimledim” dedirten bir film: İnsanın ne yapıp edip kaçmayı denediği ama bir türlü kurtulamadığı o karanlık noktalar… Ki kahramanımız Dani de yaşadıklarının ardından “kafa dağıtmak” için miadını doldurmuş erkek arkadaşı Christian ve onun İsveç’te yaşayan bir topluluğun yaz gündönümü kutlamalarını incelemeye giden araştırma grubunun gezisine dahil olmuştur. Oysa ailesi ve kız kardeşiyle ilgili yaşadıkları filmin yalnızca baş kısmında işlenmiş gibi görünse de, dile getirilmedikçe güçlenen, bastırılan, kontrol edilmeye çalışılan acının ve travmanın ta kendisine dönüşecektir.

Midsommar’ın görsel kimliğinin folklorik ve pastoral semboller ve ritüellerle inşa edildiğini belirtmekte fayda var. Zira güneşin hiç batmadığı yemyeşil tepelerle bezeli bu cennet, Aster’ın yavaş yavaş yoğurduğu acı hamurunun karşısında güçlü bir kontrast yaratmak ve Dani’nin duygusal anlamda yaşadığı arınmanın çıplaklığını yansıtmak için kurgulanmış adeta. Burada arınma kelimesini vurgulamak oldukça önemli. Çünkü bastırılan ve kaçınılan acıya dokunuş, onun en yoğun ve belki de en ilkel haliyle deneyimlemek Dani’nin içsel özgürlüğüne giden yolda aşması gereken adımlar. Dani’ninki bir arınma, özgürleşme ve kendinle bütünleşme hikayesi. Erkekliğin, zehirli duygusal bağımlılıkların pençesinden kurtulmak için bizzat acının en derinini yaşamanın hikayesi. Yaşlandıklarında ölüm zamanlarının geldiğinin bilincinde kendini aşağı atan iki Hårgalının bu jesti filmin etkisini ve Dani’nin deneyimini görsel anlamda en iyi açıklayan imge belki de: Paramparça eden, dehşete düşüren, ancak dosdoğruluğuyla da huzura kavuşturan. Ve tam da bu sayede film korku türünün üzerine yapışmış negatif sıfatları kısmen de olsa yırtıp atmayı başarıyor. En azından bunun benim için geçerli olduğunu söyleyebilirim. Midsommar seyircisinin korkudan geceleri uyuyamamasını, arkasından biri gelecek diye irkilip durmasının derdine düşmüyor kesinlikle. Dehşete düşüren bir huzur duygusuyla baş başa bırakıyor onu. Filmin işitsel can damarını oluşturan çığlıklar, ritmik nefes alış verişler bize yabancı göründükleri ölçüde insaniler ve dokunmaya korktuğumuz ve bizzat içimizde barındırdığımız o noktaların izini taşıyorlar. Midsommar, bizi film evrenin içinde filizlenen vahşi ama tanıdık doğanın çağrısına kulak vermeye davet ediyor. Ve bu çağrıya cevap vermemek, acının ve onu deneyimlemenin ne anlama geldiğini bilen bir insan için neredeyse imkansız…

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s