Sinema tarihi kimi zaman soyut bir perdenin mekanında karşısındaki figüre yönelen kimi zaman da bu perdenin ötesindeki uçsuz bucaksız gerçekliği hedef alan bakışlarla doludur. Sayısız doğrultuda, sayısız filmde ve aklın almayacağı kadar çok zaman-mekanda somutlaşan bu bakışların birbiriyle etkileşime girmeden süzülmeleri mümkün değildir elbette. Her biri sinemanın hafızasında çeşitli biçimlerde kesişir, birbirine yönelir ve bakışların takımyıldızını oluşturur böylelikle. Bazen öyle filmler olur ki bu bakışlar film evrenini delip geçer ve onu deneyimleyen seyircinin zihnindeki imajlarla çarpışır: Farklı kozmoslar birbirine girer; anıların imajları imajların anılarına dönüşür en nihayetinde. Nitekim Proust’un madeleine’i çoktan kitap sayfalarının dışına çıkmış, hafızamızın dümenine uzun yıllar önce geçmiştir.
****
Trenler, iş mülakatları, kalabalık restoranlar ve bürokrasinin kokusunun sindiği modern mekan inşaları… Ermanno Olmi’nin 1961 yılında çektiği Il Posto’yla ilgili yazılıp çizilenlerde dönüp dolaşıp karşıma çıkan kelimeler bunlar. Ailesinin geçimine yardım etmek için okulu bırakıp iş arayan ve çalışma dünyasıyla acı bir tanışıklık yaşayan filmin ana karakteri Domenico ise yabancılaşmanın sinemadaki görsel temsiline yönelik bir analiz için paha biçilmez bir örnek belki de. Çalıştığı şirketin bir örnek masalarında yıllarca dirsek çürütecek, kendi bireyselliğinin izini bırakamadığı sayısız ofiste, kapı önlerinde, merdiven başlarında oradan oraya savrulacak. Kafka’nın isimsiz kahraman koleksiyonuna dahil olan “biri”, şu meşhur “herhangi bir kimse” olacak. Domenico bir kat daha nesneleşecek ve kadrajdaki mevcudiyeti neorealist geleneğin geri dönüşünü müjdeleyen eleştirmenlerce kuramsal çerçevenin içine güzelce çivilenecek böylelikle.
****
Il Posto’nun, içine hapsolduğu muntazam estetik inşanın kilitlerini zorlayarak seyircinin zihnindeki imajlarla nefes almasını sağlayan küçük, naif bir detay var neyse ki. Yoğunluğu ve saflığıyla filmi delip geçen, çok uzaklara, bizim evrenimize yönelen bakışlar. Domenico’nun bakışları… Tedirgin, ait olamayan, kişinin üzerine büyük gelen bir ceket misali etrafını kuşatan tüm sembolik yaklaşımların, eleştirel söylemlerin arasında ne yaptığını sorgulayan bir çift göz.
Domenico’nun hiçkimseliği bir tür benliğe dönüştü ve böyle böyle tanıdık gelmeye başladı bana. Zihnimde rastgele oraya buraya fırlatılmış görüntülerin arasına sızdı ve nasıl olduysa anneannemin çok uzaklarda kalmış bir vesikalık fotoğrafının bakışıyla kesişti. Aynı kararsızlık, lise yıllarında yaşını büyüterek bankada çalışmaya başlayan bu genç kızda da vardı. Her şeye rağmen dik durmanın, kameraya bakmanın gerekliliğini içten içe tekrarlayan bakışlar tıpkı Domenico gibi uzaklara kaçıyordu adeta. Fotoğrafın kişinin o an orada oluşunu vurgulayan tüm gücüne rağmen, anneannemin büyümüş de küçülmüş taşlı küpesi, yandan düzgünce ayrılmış maşalı perçemi ve tesadüf eseri omzuna düşmüş gibi gözüken atkuyruğu bambaşka bir gerçekliğin hayaline aitti sanki. Kaybolmuş ve belki de asla sahip olunamayan bir çocukluk mu? Domenico’nun kendini sakladığı bakışlarının doğrultusu da buraya işaret ediyordu belki. İmajların gerçekliğine meydan okuyan, görüntünün tüm durgunluğuna rağmen bakan kişinin gözlerini garip bir umutla diktiği geçmişte kalmış ihtimallere….