Sonbahar mevsimi özellikle Türkiyeli sinemaseverler için ayrı bir yere sahiptir. Birbiri ardına sıralanan Cannes, Venedik ve Toronto Film Festivallerinde yılın en merak edilen bağımsız filmleri görücüye çıkmış; ödüller her ne kadar uzaktan takip edilse de sinema çevreleri çoktan sabırsızlanmaya, tahmini eleştiriler havada uçuşmaya başlamıştır. On yedinci yılını dolduran Filmekimi, hazırladığı “ortaya karışık festival tabağıyla” sinefillerin bu bağımsız sinema açlığını dindirmekteydi her yıl. Özellikle geçtimiz birkaç yılda, küresel tüketim alışkanlıklarının kültür sanat ürünlerine de yansımasıyla, uluslararası sinema çevreleriyle benzer dönemlerde filmlere erişim şansı tanıyan Filmekimi’ne seyirci katılımı ciddi bir artış göstermişti. Hatta ülkedeki politik karışıklıklar içerisinde, bu tür festival organizasyonları, bireye kamusal alanda bir sığınma ve entelektüel paylaşım imkanı sunmaktaydı. Bunun yanında, daha alternatif yapımların ve sinematik türler ve keşif odaklı kategorilerin bulunduğu !f’ten farklı olarak, Filmekimi’nin uluslararası festivallerde ödül almış filmleri baz alan bir seçkiye sahip olması, seyirciye iyi film izleyeceğinin adeta garantisini veriyor, böylelikle daha geniş kapsamlı, heterojen bir seyirci kitlesi elde ediyordu.
Ancak Filmekimi bu sene seyircisinin beklentilerini karşılamaktan oldukça uzak gibi görünüyor. Henüz bilet satışları başlamamış olsa da, dijital ortamlarda ve sosyal medyada genel bir memnuniyetsizlik hali olduğu apaçık ortada. Bu durumun en büyük sebebinin Türkiye’nin birkaç aydır içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamı olduğunu söylemeye gerek yok. Temel tüketim maddelerin fiyatlarını bile radikal biçimde değiştiren bu kritik durumda, uluslarası filmlerle dolup taşan bir festivalin etkilenmemesi beklenemezdi zira. Geçen seneye göre yükselen bilet fiyatları ve Vodafone indiriminin kaldırılması, yaşanan ekonomik sıkıntıların en somut örnekleri belki de. IKSV’nin kemer sıkma politikası olarak da adlandırabileceğimiz bu durum aynı zamanda festivalin kapsama alanına da yansımış durumda: Geçen sene Diyarbakır, Bodrum ve Eskişehir’de de gerçekleşen organizasyon bu yıl İstanbul, Ankara ve İzmir’le sınırlı kalıyor yalnızca. Daha elit, entelektüel pratiklerinden maddi olarak da kazanç sağlayan, zaten “festival müdavimi” diyeceğimiz kesim yine günde üçer film izliyor belki ama öğrenciler ve sinema amatörleri bağlamında çok ciddi kopuşlar söz konusu. Bunun yanısıra festivalin mekan olarak bağımsız sinema salonlarından AVM’lere doğru kayması da festival ruhunu Beyoğlu pasajlarında kovalamayı seven kayıp zaman gezginlerini oldukça öfkelendiriyor. Biletlerin şifre korumalı internet sitelerinden alındığı bugünlerde, böyle bir nostaljinin gereksiz olduğunu düşünüp rahat koltuklar ve son teknoloji ses sistemlerinin keyfini çıkaranlar da az değil elbette. Sonuç olarak kültür sanat etkinliklerinin sık sık kullandığı, “birleştirici, kaynaştırıcı ve iyileştiri güç” söylemlerin anlamını yitirdiğini söyleyebiliriz.
IKSV’nin bu seneki festival reklamlarında kullandığı ve üzerine düşünülmediğini fazlasıyla belli eden ucuz görsel ise oldukça manidar. Süpermarketlerin meyve sebze reyonlarında görmeye alışık olduğumuz tipografiyle “filmde kalite ve güvenin adresi” olduğunu belirten bu afişler, adeta ironik bir biçimde bu seyirci dalgalanmalarına dil çıkarıyor, insanların şikayetleriyle dalga geçiyor adeta. Çünkü IKSV “#bureklamarağmen” etiketinden de anlaşılacağı üzere, uluslararası sinema gündeminin gerisinde kalmak istemeyen, güncel tüketim pratiklerine paralel olarak filmleri de bir anda ve topluca izlemeyi tercih eden bir seyirci kitlesinin olacağını, salonların zaten dolacağından emin olsa gerek. Kendi yetersizliğinin farkında olmak ve bunu ironik bir söylemde ifade etmek zekice bir hareket olabilir ama IKSV’nin burnu havada tavrı göz ardı edilemeyecek kadar rahatsız edici ne yazık ki. Salonları sayısal olarak dolu gözükecek belki ama entelektüel aktiviteler sayesinde fiziksel olarak bir araya gelen toplulukların ve kültürel paylaşımların büyük bir darbe aldığı açık. Dolu dolu gösterim programlarının yerini “Filmekiminde para verip izlemek yerine bir ay içinde internetten indirebileceğiniz filmler” listeleri almış durumda. Sonuçta film izleme pratiğinin bireyselleştiği ve dijital mecralara taşındığı bu ortamda, toplumun ihtiyaç duyduğu somut girişimleri gerçekleştirebilecek potansiyele sahip entelektüel kitle, kendini eleştiriyle sınırlı tutan sanal topluluklara dönüşüyor, zayıflıyor ve gitgide gücünü kaybediyor.
“Ne yapmalı?” Tarihte sayısız düşünür sormuş bu soruyu. Belki de her şeyden önce sinemasever olarak bu soruyu sormalıyız biz de. Yalnızca listeler yapıp, yıldız tabloları hazırlamak yerine, sanal toplulukların, yönetmeni, oyuncuyu, seyirciyi ayını mecraya dahil eden olanaklarından faydalanmaya çalışmak neden bir alternatif olmasın? Zira yaşanan krizin yalnızca seyirciyi değil sinema pratiğiyle ilgili her alanı etkilediğini biliyoruz. Bu noktada özellikle Türkiyeli sinemacıların tıpkı Antalya Film Festivali konusunda olduğu gibi ortak ve seyirciyle beraber bir tavır takınmasının faydaları üzerine kafa yorulmalı. Bu gerçekliği reddedip, şikayet ettiğimiz sistemin devamını meşrulaştıran bu tür bir elitizmden kaçınmalı, her şeye, en çok da Filmekimi’ne rağmen sinema seyircisi, yönetmeni, oyuncusu olmaya devam etmenin yollarını sorgulamalıyız. Bize bu rahatsız edici esnaf zihniyetiyle hitap ediliyorsa madem; duruma itiraz edip pazarlık yapmasını da bilmeliyiz. Neticede biz sinemanın yıllardır müşterisiyiz. (!)