Bazı filmler vardır; insanların aşklarını, kayıplarını, birbirleriyle olan mücadelelerini anlatır. Kah ekrana sarılma hissi uyandıran mutlu sonlarla, kah hiç beklenmedik bir gelişmeyle hikayeyi alt üst eden trajedilerle noktalanır bu hikayeler. Bazı filmlerse, sinemanın hikayesini anlatır: Başrolde ışık yansımaları, gölge cambazlıkları ve renklerin akıl almaz birleşimleri vardır ve bize mizansenin özünde yer alan duyumların ve hislerin varlığını hatırlatırlar.
Panos Cosmatos’un, Sundance Film Festivali’nde görücüye çıkan filmi “Mandy”, tam da bu anlayışa sadık kalarak, sinemanın hikayesine taptaze ve bir o kadar da kırmızı kan getiren görselliğiyle dikkat çekiyor. Yakın dönem ana akım sinema filmlerinde görmeye pek de alışık olmadığımız (Mad Max Fury Road ya da Rob Zombie dışında), seksenlerin kayıp video kültürünü ve B filmlerine göz kırpan, fantastik ve mitolojik figürlerin heavy metal buharlı uyuşturucularla birleştiği bu film sinemanın az bilinen türlerine atılmış bir düğüm adeta. Mandy yalnızca bir sinema filmi değil, her şeyden önce bir “sinema deneyimi”. Bu tarz filmler söz konusu olduğunda film festivallerinin “Geceyarısı Çılgınlığı”, “Mayınlı Bölge” gibi isimleri tercih etmeleri boşuna değil; zira sinemada anlatı kurgusu olmadan yolunu kaybeden bir seyirci için kesinlike uzak durulması gereken bir patikaya doğru yönlendiriyor bizi Mandy.
Ormanda sevgilisiyle huzurlu bir hayat süren oduncu Red Miller, şeytani yaratıklarla bağlantısı olan bir tarikat tarafından saldırıya uğrar. Sevgilisinin, gözleri önünde yakılmasına şahit olan Miller, akıl almaz bir intikam makinesine dönüşür. Mandy’nin hikayesi bu üç cümle içinde başlar ve biter, çünkü sahne sırası sinemaya gelmiştir. Mekan inşası, yalnızca hikayenin geçtiği yer olmanın ötesinde, tercih edilen estetik yaklaşımda somutlaşan, filmin ruhu olarak da nitelendirebileceğimiz görsel ve plastik biçimleri de yansıtır. Söz konusu bu ruh, film ilerledikçe “intikam” duygusuna doğru yönelir. Başlarda Red ve Mandy üzerinde tül bir perde gibi yansıyan kızıl ve kırmızı renk tonları, tıpkı karakterler gibi acımasız biçimde ele geçirilir. Şiddetin, deliliğin ve sonunda da kıyametin kırmızısına dönüşür. İntikam duygusu etkisi altında sağı solu belli olmayan mizansenlerde kırmızılar mavi izler bırakır kimi zaman. Bu ilkel duygu yoğunluğu, iradesini yitirmiş ana karakterin adeta kaotik bir video oyununun tanıtım kesitlerine hapsolmuşçasına perdeye yansıtılmasıyla daha da güçlenir. Joysticki elinde tutan elbette intikam isteğininin ta kendisidir.
Estetik tercihler her ne kadar en temel anlamlarıyla duyguları yansıtmak için kullanılsa da, filmin ait olduğu tür içerisinde çok çeşitli bağlamları da bünyesinde barındırır. Bu açıdan bakıldığında türlerarası bir kavşakta yer aldığını dile getirdiğimiz Mandy, özellikle fantastik edebiyat ve heavy metal referanslarını kullanarak filmdeki alt metinleri de zenginleştirmeyi başarıyor. Cam kırığından kokain çeken B filmi şövalyesi Red Miller’ın testere düelloları, çizgi roman rüyaları ve saykodelik tipografiler Mandy’nin hastalıklı atmosferinin sunduğu kombinasyonlardan yalnızca birkaçı…
Elbette ki, şiddetin sınırlarını zorlayan bir kurgu söz konusu olduğunda, filmin belli noktasında bu durum histerik bir boyuta erişir ve araya serpiştirilmiş komedi unsurları gün yüzüne çıkar. Dolayısıyla, bu tür “aşırı uç komedisi”yle özdeşleşmiş Nicolas Cage’in performansının bu bağlamda Mandy için kilit bir rol oynadığını unutmamak gerekir. Zira Cage’in son yıllarda aksiyon filmlerinde çizdiği profil ve oluşturduğu ilginç hayran kitlesi yukarda sözü edilen B filmi kültürü içinde önemli bir yere sahiptir.
Cosmatos’un estetik anlayışı her şeyden önce yukarıda sözü geçen sinemanın kenarda kalmış türlerinden beslenir ancak tüm bu referanslar sinemanın bir medium olarak sahip olduğu niteliklere işaret eder, böylelikle film, onu benzerlerinden ayıran sofistike bir kimlik kazanır. Başka bir deyişle sanat sinemasının formlarına uygun olarak inşa edilir. Mandy’nin uluslararası festivallerde aldığı övgüler bu bağlamda yorumlanabilir. Sanat sinemasının, bu tür dışlanmış sinema anlayışlarını kendine mal ederek otoritesini meşrulaştırması, özellikle Mandy’nin esinlendiği türler bağlamında paradoksal bir durum ortaya çıkarır. Bağımsız sanat sineması ve “aşırı uçların sineması” her zaman kesişim kümelerine sahip olmuştur. Ancak son yıllarda bu ilişki daha geçişken bir boyut kazanmıştır. Mandy şüphesiz bu durumun en karakteristik örneklerinden biridir ve gelecekte sanat sinemasının geçireceği değişimlerle ilgili sunduğu öngörüler açısından da senenin en akılda kalıcı filmlerinden biri olacağı kesindir.